Zamanı gelmişti; çoktan�
Biliyordu; bir gün ruhunun kapısını çalacak, adımlarının müziğinde ruhu huzur ve güven içerisinde salınarak dans edecek ve duyguları o müziğin eşliğinde dinginleşecekti. Sevecek, sevecek, hem de çok� Sevildiği kadar da sevilecekti.
Sapına ağır gelen bir çiçek kadar nazlıydı; insan onun kırılmasından korkardı, aslında taştan bile dayanıklıydı. Ne mutluluğa giden yolun tarifçisi, ne de acı dolu bir hayatın güncesi olmak istiyordu. Sadece her şeye rağmen yaşamak, hem de keyifle yaşamak istiyordu.
Köşede, pencerenin kenarında baktığında dışarı görmesini sağlayacak yükseklikte minik bir taburesi vardı. Yüreğini teslim edeceğine inandığı her adım sesinde başını kaldırıp, camdan dışarı bakardı. Heyecanla� Beyaz atlı prensi beklemek değildi yaptığı. Yüreğinin ritmine eşlik edecek, her vuruşuna karşılık verecek ve o ritimde hayatın her güzelliğini sonuna dek yaşayacağı ruh eşinin adımlarında saklı olan müziği duymayı bekliyordu.
--------------------------------------------------------------------
O, yağmurlu gecelerde evlerine kapanan yalnız insanların terk ettiği, yalnız ve başıboş duyguların terk edilmiş kentlerinden farksızdı. Yüreği, peşinden gideceği izleri silinmemiş adımları takip ediyordu ve sanki onu bulabilmesi için rüzgarda uçuşan kurumuş yapraklar gibi uçmaktaydı ait olduğu yere. Her sabah �Bugün mutlu olmalıyım� diye başlarken güne, öğlen ruhu yorgunluk sempatizanı olurken, bu gün, ruhunun diğer yarısını tamamlamak üzere olduğunun farkındaydı onu pencerede gördüğünde. Pencerede onu gördüğünde, gözlerine ilk çalınan kırık bir saksıda büyüyen ve susuzluktan kurumaya yüz tutmuş bir gül fidanıydı. Kalakalmıştı pencerenin önünde. Birden kendisinin de başka bir köşede duran bir ibrik olduğunu hatırladı. içi su dolu, sevgi dolu, mutluluk dolu... Akmalıydı, doldurmalı, susuzluktan kuruyan bu gülü suya kandırmalıydı.
---------------------------------------------------------------------
Karşısında durdu. Gözleri, ruhunun derinliklerindeki heyecanla titremeye başlamıştı. ürkekliği baş göstermiş, tereddütü sınırlarını zorlamaya başlamış, narin bedeni hafiften başlayıp gittikçe şiddetlenen titremelere tutsak olmuş, kara gözleri dolgunlaşmış�
Elini avuçlarının arasına aldı. Gözleri, baktığı gözlerdeki o derin mutluluğun içinde özgürce dolaşıyordu.
Bekliyordu; ne olacağını bilemeden. Korkuyordu; var olduğu şu andan yitip gitmekten. Kalabalığın gürültüsünün arasından yüreğine dokunan birkaç kelime seçebilmişti. �Bu hayatın sonunu seninle getirebilirim�. şaşırdı. Duyduklarından emin değildi ve hayatı boyunca olmadığı kadar, ruhunun, duyduğu sözlerden emin olmak istiyordu. �Ne?� çıktı heyecanla dudaklarından.
- Bu hayatın sonunu senin yanında karşılamak istiyorum. Ne Dersin ?
_alıntı _