Tanzimat, Osmanlı'da yeni fakat tahripkâr hareketlerin zuhur ettiği bir dönemdir. Bazı aydınlar ve devlet yöneticileri, Devlet-i Aliyye'nin içine düştüğü zor duruma, felsefesini ve bakış açısını Batı'dan alan ve medeniyetimizin ruhuna ters düşen yeni fikirleri, hareketleri çare olarak görürler. Bu yönelişlerden biri, Sultan Abdülaziz döneminde Yeni Osmanlı hareketi olarak başlayan, daha sonra Abdülhamid döneminde Jön Türklere dönüşüp nispeten daha farklı bir yolda devam eden siyasî cereyandır. Avrupalıların Jeune Turcs olarak tarif ettiği bu hareketin ismi Osmanlı'da da aynen kullanılmıştır.
1865 yılında Sultan Abdülaziz idaresine ve hükümete karşı olan Necip Paşa'nın torunu Mehmet, Kayazâde Reşad, Menapirzâde Nuri ve Âyetullah Bey, İttifak-ı Hamiyyet adlı gizli ve siyasî bir cemiyet kurarlar. Bir süre sonra Namık Kemal ve Refik Bey'i de yanlarına çekerler. Bu altı kişi, Yeni Osmanlıların temeli olacak İttifak-ı Hamiyyeti kurarlar. Bu yeni teşkilâtın nizamnâmesini hazırlamak için Âyetullah Bey'e görev verilir. Âyetullah Bey, İttifak-ı Hamiyyet'in esaslarını İtalya'daki Carbonari Cemiyeti'nin kurallarına benzer bir şekilde hazırlar. Ülkedeki mevcut muhalefet havası sebebiyle cemiyet genişler. İçerisine vezirlerden âlimlere ve askerlere uzanan farklı kesimlerden kişiler katılır. Hattâ gayrimüslimler de harekete üye olur. Zîrâ pek çok insaflı aydının belirttiği gibi "Bunların gâyesi Ali Paşa'nın ağır ve ezici politikasına nihayet vermek ve devlette bir hürriyet taraftarlığı oluşturmaktı."1 İttifak-ı Hamiyyetçiler, Ali Paşa Hükümeti'ni devirip yerine kendi usullerini kabul edecek hürriyet yanlısı bir şahsı getirmeyi plânlarken, Osmanlı'ya ciddi zarar verecek bir yolu da açmış olurlar. Zîrâ cemiyet mensupları bir sonraki safhada padişahın yönetimden uzaklaşmasını hedef olarak tespit ederler. "Memleketteki mutlak idareyi meşrutiyete çevirmek yönündeki milletin meşru talebi için Muharremin on beşinde padişaha bir dilekçe sunulur. Dilekçede padişahtan yönetimi bırakıp sadece hilâfeti sürdürmek üzere Hırka-i Saadet'e çekilmesi istenir."2 Bu arada cemiyet mensupları dereyi görmeden paçaları sıvayıp Ayasofya'da toplanır ve yeni kabineyi oluşturmak için kendi adamlarını seçmeye çalışırlar. Ayasofya toplantısı hükümet tarafından duyulur ve takip başlatılır. Dilekçeyi veren Fuat Paşa, Şirvanizade Rüştü Paşa, Yusuf Kamil Paşa, Sami Paşa ve Refik Efendi'nin Sultan Abdülaziz'i tahttan indirme hayalleri suya düşer. Yapılan tetkikatta cemiyetin Ali Paşa'ya ve kabine üyelerine suikast hazırlığında olduğu ortaya çıkar. Bunun üzerine cemiyetin ilk iki kurucusu olan Reşat ve Nuri paşalar, tevkif edilme korkusuyla Paris'e kaçar. Artık bu süreçten sonra ileride Jön Türk ismiyle anılacak olan hareketin merkezi Avrupa'ya kayar.
İstanbul'da ilk kulübü kuran Mustafa Fazıl Paşa sevilmediği için hükümet tarafından görevinden azledilince 1866'da Napoli'ye gider ve oradan da Paris'e geçer. Aradan iki yıl geçtikten sonra Paris'te Yeni Osmanlılar zümresinin başkanı olur. Paris'ten padişaha bir mektup yazan Mustafa Fazıl Paşa, ona memleketteki kötü idare ve siyasî krizden söz eder. Bu sıkıntıların çaresinin hürriyet olduğunu söyler. Kendisinin bir nizamnâme taslağı hazırladığından bahseder: "Öyle bir nizam için bendeniz ve dostlarımın hazırlamakta olduğu metni size sunacağım."3 Fakat paşanın dostlarının kim olduğu hususu muğlâktır. Zîrâ o sıralarda etrafında çok fazla Osmanlı vatandaşı yoktur. Fakat bu gizli dostların masonlar olduğuna dâir kayıtlar vardır. 'Türkiye'de Masonluk Tarihi' adlı kitapta Mustafa Fazıl Paşa, Sadullah Paşa ve Ziya Paşa başta olmak üzere birçok Jön Türk'ün mason olduğu, mason dostları bulunduğu ve onlarla görüştüğü bilgisi mevcuttur.4
Mustafa Fazıl Paşa, 1 Şubat 1867'de Paris'te bir sarraf dükkânı açar. Buradan hareketi destekleyecek Osmanlıları Fransa'ya davet eder. Ziya Paşa, Şinasi ve Namık Kemal, paşanın Paris'e getirttiği kişilerdendir. Büyük servete sahip olmasına rağmen getirttiği kişilerin bütün masraflarını Rothchild, Oppenheim gibi çeşitli şirketlere karşılatır. Zîrâ onların "Osmanlı ülkesinde herhangi bir siyasî değişiklikten menfaat uman büyük banker muhitleriyle temasları vardı."5 Münasebette olduğu kuruluşlar sayesinde Mustafa Fazıl Paşa, yurt dışındaki Yeni Osmanlı Cemiyeti mensuplarına maaş bağlatır. Bu aylıkları Osmanlı'nın yıkılmasından menfaat sağlayacak masonik şirketler tedarik eder.
Jön Türk Hareketi başta Paris olmak üzere Londra, Viyana, Brüksel ve İtalya gibi Avrupa'nın çeşitli yerlerine sıçrar. Jön Türkler, buralarda bazı ihtilâlcilerle, sosyalistlerle ve masonlarla tanışır ve dost olur. Meselâ Mustafa Fazıl Paşa ve Namık Kemal, Avusturyalı sosyalist Simon Deutsch ile Ziya Paşa Polonyalı aşırı milliyetçi Wladyslav Plater ile dostluk kurar. Bu dostluklar neticesinde yeni ve yıkıcı, aşırı uç fikirleri öğrenirler. "Kayıtlara göre Jön Türkler dört çeşit insanla münasebet kurarlar: a. Memleketlerindeki siyasî şartlardan memnun olmayan Batı Avrupa'ya gelmiş muhtelif milletlere mensup ihtilâlci gruplar (Leh, İtalyan, Avusturya asıllı zümreler). b. Daha önceden Türkiye'de tanışmış olup bunlarla irtibatlarını sağlayan kimseler (ki bunlardan bir kısmı aynı zamanda Yeni Osmanlıların yanında yer almışlardır, Osmanlı ordusunda görev almış Polonyalı subaylar gibi). c. 3. Napolyon idaresinden memnun olmayan bir kısım Fransız yazarlar (Leon Cahun gibi). d. Hususi ve hasbi münasebetlerle görüştükleri kimseler."6 Buradan da anlaşılacağı üzere Jön Türkler, pek de iyi gruplarla bir arada olmamış, onları tahrik edecek, ihtilâlci ve uç insanlarla görüşmüşlerdir. Böylece Osmanlı karşıtı bir yola sapmışlar ve o dönemlerde savundukları fikirler ile Devlet-i Aliyye'nin mânevî rabıtalarını koparmaya çalışmışlardır.
Fransa'daki Jön Türkler iki gruba ayrılarak hareket ederler. Bunlardan birisi Ziya Bey'in başını çektiği daha mutedil bir anlayışla, ihtilâlcilik yapmadan muhalefet eden meşrutiyet taraftarları, diğeri ise ihtilâl taraftarlarıdır. Mehmet Paşa, Reşat Paşa Tahsin Paşa ve Ali Suavi ikinci grupta yer alır. Jön Türkler Avrupa'da gazete, mektup ve bildiriler vasıtası ile fikirlerini neşrederler. Ali Suavi, 31 Ağustos 1867'de Londra'da Muhbir gazetesini çıkardıktan sonra Agâh Bey ve Reşat Bey nezaretinde 29 Haziran 1868'de diğer bir gazetesi olan Hürriyet yayımlanır. Ali Suavi: "Muhbir, doğru söylemenin yasak olmadığı bir memleket bulur, yine çıkar." sloganıyla gazetesinin ilk nüshasını padişaha meydan okuyarak çıkarır. Saltanatı tasallut olarak vasıflandıran Ali Suavi'ye göre, oyalanan halk tez zamanda uyandırılmalıdır. Ardından "Gaflet içinde olanlar dahi artık padişaha karşı uyanmalı. Çocuklar gibi oyalanarak hep aldandık. Artık vatan kardeşleri uyanmalı. Şüphe yok ki bir kimse zalimi yahut yardımcısını katlederse katl işi helâldir ve uygundur."7 ifadeleriyle saltanat idaresindekilerin katline hüküm verir. Jön Türkler yayınlarında devamlı olarak vatan, millet, adalet gibi konuların yanında milliyetçilik, dinde reform, padişahın otoritesine son verme meselelerini neşreder. Meselâ Mustafa Fazıl Paşa Nord gazetesindeki bir yazısında hürriyet için yapılan mücadeleden söz eder: "Amme refahını, hususi menfaatlerinden önce getirmek için Müslüman, Katolik veya Ortodoks Rum olup olmamanın ehemmiyeti yoktur. Bunun için terakki adamı ve iyi vatanperver olmak yeter. Kendilerini temsil etmekle iftihar duyduğum büyük Jön Türk partisinin samimi kanaati böyledir. Bu, Girit isyanı ve muhtelif mıntıkalar içinde karşımıza çıkan daha büyük gaileler; onu fikir, tecrübe ve ıstırapla kemale erdirdiği reform projelerini gerçekleştirme azmi içinde demektir."8 Paşanın fikirlerine göre hürriyet için gayret eden zümrenin milliyeti önemli değildir. Her grup bağımsızlığı için harp etmelidir. Osmanlı'ya zarar veren Girit İsyanı gibi hareketler bu yolda atılmış adımlardır. Dolayısıyla hürriyet uğrunda ülkeyi bölmek M. Fazıl Paşa'ya göre meşru bir usul sayılır. Bilhassa ikinci grup, yazı ve fikirleri ile Anadolu'daki muhalifleri yönlendirir. Meselâ dinde reform yapmak için Konya ve Üsküdar'daki bazı sapık tarikatları kullanırlar. Onlar vasıtasıyla ehl-i sünnet inancını sarsmaya ve onun içine reenkarnasyon gibi bâtıl fikirleri yerleştirmeye çalışırlar. Üstelik Ziya Paşa padişahı delilikle suçlar ve artık idareye el koymanın gerekliliğinden söz eder: "Bir hükümetin mahvolma zamanı gelince Cenab-ı Hak evvelâ reisinin aklını alır. Onun için zamanın padişahı (Sultan Abdülaziz) çıldırdı. ... Ey vatandaşlar bu inkılâbın tamamlanması bize kaldı. Bir millet, işi milletçe yapamaz ise o iş milletin terakki ve ıslahına asla yardım etmez. İşte numunesi meydanda duruyor. Islah ve ilerlememizi bir şahsın idaresine bıraktık."9
1870'ten sonra Yeni Osmanlı Hareketi arasında ihtilâf çıkar. Teşkilât üyeleri gruplara ayrılınca hareket gücünü kaybeder. Cemiyeti örgütleyen Mustafa Fazıl Paşa'nın Avrupa ziyaretinde padişahın tarafına geçmesi ayrılığı tetikleyen ilk sebeptir. Bu hâdise Ali Paşa ve Fuat Paşa tarafından hiç hoş karşılanmaz. Yeni Osmanlı Hareketi'ni bölen ikinci sebep ise, dinî bir çevreden yetişmesine rağmen kendine sarıklı ihtilâlci denen birçok kişiye göre şarlatan olan Ali Suavi'nin Muhbir gazetesinde arkadaşlarına karşı takındığı menfî tavırdır. Üstelik Hürriyet gazetesini çıkarma meselesinde Rıfat Bey'in Namık Kemal'i oyalaması grubun arasında soğukluğa sebep olur. Ayrıca İstanbul'a dönen Mustafa Fazıl Paşa, Osmanlı aleyhinde yazı kaleme alan Jön Türkleri maaşlarını kesmekle tehdit eder. Artık Jön Türkleşen bu hareketin müntesipleri yalnız kalır ve şahsî gayretlerle fikirlerini yayarlar. Birçok Jön Türk maddî sıkıntı içine düşer. Avrupa'da yaşayamaz hâle gelince ülkelerine dönerler. Meşhur Müsteşrik Vamberi, Londra'da kahvehanelerde rastladığı Jön Türkler hakkındaki müşahedelerinde 'bu zümrenin Avrupa ihtilâlcilerini taklit etmiş olduklarını ve Osmanlı ricalinden birçok şahsı suiistimalle itham ettiklerini'10 anlatır. İçlerinde Ziya Paşa ve Namık Kemal gibi ülkelerine hizmet eden ve dine sahip çıkan kişiler olmasına rağmen Yeni Osmanlı hareketi faaliyet ve tesirleriyle Osmanlı'da bir yıkımı başlatır ve Jön Türk Hareketi'ni netice verir. Onların vatan, millet hürriyet gibi konuları ifratkârâne ve dengesiz davranışlarla ülkelerine taşımaları içte ve dışta zor durum yaşayan Osmanlı'ya ağır bedeller ödetir. Kendileri daha sonraları hatalarını anlasalar da, dönülmez bir yola girilir. Böylece Osmanlı'da tedavisi mümkün olmayacak bir yara açılır ve halka birçok menfî fikir aşılanır. Tanzimat süreci ile filizlenen ve Servet-i Fünun döneminde kemale eren bir nesli, medeniyetimizle örtüşmeyen zararlı fikirler ve yayınlarla ifsat ederler.
Tarih sosyolojik açıdan se*bep-netice münasebetlerine göre cereyan eder. Nasıl tabiata konulmuş kanunlar varsa, sosyolojinin de benzer prensipleri vardır. Bu prensipler zamanın ve devrin şartlarına göre benzer şekilde tecelli eder. Kriz zamanlarında herkes bilgisi ve metafizik gerilimi ölçüsünde çare aramaya başlar. Fakat bu arayışlar samimiyet, basiret, diğerkâmlık, tecrübe, akıl ve meşveret ile desteklenmezse, suiistimallere açık hâle gelir. Herkes ülkesini ve vatanını sevdiğinden bahseder; fakat bazıları farkında olmadan tıpkı bugün olduğu gibi açık ve sinsi düşmanlara oyuncak olurlar. Bazılarının da bu ortamla menfaatleri çakıştığından kontrol edemeyecekleri bağlantılara girmeleri söz konusudur. Bu dönemler toplumların kaosa açık oldukları bir zaman olarak görülse de, yeni doğumlara, güzelliklere ve hamlelere de vesile olabilecek bir fırsattır.
Dipnotlar
Kaya Bilgegil, Ziya Paşa Üzerine Bir Araştırma, s. 85, ****** Ünv. Basımevi, Erzurum 1970.
Ebuzziya Tevfik, Tefrika-i Tarihiyye, Yeni Osmanlılar, Yeni Tasvir-i Efkâr, No:24–26, 23–25 Haziran 1909.
Paris'ten Bir Mektup, Der Saadet 1326, s. 3.
K. Bilgegil, age, s. 210–211.
N. Nazif Tepedelenlioğlu, II. Abdulhamit ve Osmanlı İmparatorluğu'nda Komitacılar, s. 34
K. Bilgegil, age, s. 114.
Hürriyet, 27 Aralık 1869
Le Nord, 7 Şubat 1867.
K. Bilgegil, age, s. 177.
K. Bilgegil, age, s. 126.
http://www.sizinti.com.tr/konular.php?KONUID=5118 alinti