En son konular | » Duyuru..Hocalı Katliamını Unutma, UNUTTURMA! Salı Şub. 28, 2012 8:03 am tarafından AyMaRaLCaN» Basit yaşayacaksın. BasitÇarş. Haz. 09, 2010 1:48 am tarafından Misafir » Aşk 29 Harftir..Çarş. Haz. 09, 2010 1:48 am tarafından Misafir » SENi SEViYORUMÇarş. Haz. 09, 2010 1:47 am tarafından Misafir » BÖYLE SEVDİM İŞTEÇarş. Haz. 09, 2010 1:44 am tarafından Misafir » Delinin Veliye TavsiyesiPaz Haz. 06, 2010 3:44 am tarafından Misafir » Dört Dirhemlik GömlekPaz Haz. 06, 2010 3:44 am tarafından Misafir » Eğer GöndermeseydiPaz Haz. 06, 2010 3:44 am tarafından Misafir » Nereden ve Nasıl aldınPaz Haz. 06, 2010 3:43 am tarafından Misafir |
|
| binbir osmanlı hikayeleri | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Misafir Misafir
| Konu: binbir osmanlı hikayeleri Ptsi Mayıs 31, 2010 10:55 pm | |
| Osmanlı ordusu Viyana önlerinde
21 Temmuz 2005 Perşembe Mohaç’ta Macaristan ordusunu tamamen imha edip bölgeyi Osmanlı Devleti sınırları içine katan Kanunî Sultan Süleyman Han, Macaristan tacını Zapolya’ya verdi. Avusturya Arşidükü Ferdinand, Kanunî Sultan Süleyman İstanbul’a döndükten sonra Budapeşte’yi (Budin) almış ve Macaristan’ın büyük bir kısmını ele geçirmişti. Bunun üzerine Zapolya, Kanunî Sultan Süleyman Han’dan yardım istedi... 10 Mayıs 1529’da İstanbul’dan hareket eden Süleyman Han, eylülde Budin’i tekrar zaptetti...
Almanya sınırını geçti... Kanunî Sultan Süleyman Han, 22 Eylül’de Almanya sınırını geçti. 27 Eylül’de Viyana önlerine gelen Ordu-yı hümâyûn, Hristiyanlığın en büyük devleti olan Alman İmparatorluğu’nun başkentini muhasaraya başladı. Kanunî Sultan Süleyman Han, Viyana’ya gelirken hiçbir zaman kaleyi alma gayesi gütmemiş, istediği zaman bunu gerçekleştirebileceğini göstererek gözdağı vermek istemişti. Üstelik yeni fethedilmiş olan Macaristan’da İslâm idaresi tam yerleşmeden Viyana’nın da alınıp askerin çok geniş bir alana yayılması, stratejik bakımdan hatalı olurdu. Kışın yaklaşması kale çevresinin yoğun yağmurlar sebebiyle bataklık hâline gelmiş olduğuna aldırmadan kaleyi kuşatmıştı. Kaleyi muhasaraya başlayan Kanunî Sultan Süleyman Han, on yedi gün boyunca döverek, şehrin surlarını iyice tahrip etmişti. Bu sırada bir Osmanlı güllesinin isâbetiyle kale komutanı Kont Salm de öldürülmüştü. Çevreden aldığı istihbaratlar sonunda Viyana’ya yüz elli kilometre uzaktaki Linz’de Alman ordusunun da Osmanlı ordusunun karşısına çıkmayacağı anlaşılınca, CharIes Quint’e verilen cezanın yeterli olduğuna kanâat getiren Kanunî Sultan Süleyman Han, orduya muhasarayı kaldırma emrini verdi...
Akıncıların kontrolünde... Kanunî, Akıncı Beylerini akına göndererek, Avusturya, Güney Almanya (Bavyera), Muravya, Bohenya, Slovakya, Silezya (simdiki Çek Cumhuriyeti) ve Slovenya gibi Alman İmparatorluğu’na bağlı ülkeleri baştan başa çiğnetti. 16 Ekim’de Viyana önlerinden hareket eden Ordu-yı hümâyûn, İstanbul’a ancak 16 Aralık’ta ulaşabildi... kaynak; vehbi tülek , türkiye gazetesi |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: binbir osmanlı hikayeleri Ptsi Mayıs 31, 2010 10:55 pm | |
| FRANSIZ DONANMASININ REHİN ALINMASI
1553 yılında Fransa ile Osmanlı İmparatorluğu arasında İstanbul antlaşması imzalanmıştı. Fransızlar Türk yardımına karşılık 300 bin altın tazminat ödemeyi kabul etmişlerdi. Ancak bu borçlarını ödeyinceye kadar, Fransız donanması, Osmanlıların elinde rehin olarak kalacaktı.
Kral İkinci Henri, antlaşmadan önce Kanunî Sultan Süleyman Hâna gönderdiği mektupta şöyle diyordu:
“Şimdiki durumda, Fransa’nın hiçbir şeyi kalmamıştır. Padişah hazretlerinden başka hiçbir yerden de ümidi yoktur. Ancak bundan evvel de birçok defalar padişah hazretlerinin yardımları görülmüştür. Eğer biraz para ve mal yardımı yapılırsa, Fransa bundan ebediyyen minnettar kalacak ve Türk cömertliği bir defa daha dünyaya nam salacaktır. Bu yardım, cihan padişahı hazretleri için hiç derecesindedir...”
Pek çok Fransız tarihçisi, bu rehin anlaşmasını kendileri için küçük düşürücü bir olay sayarak, yazmaktan kaçınmışlard |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: binbir osmanlı hikayeleri Ptsi Mayıs 31, 2010 10:56 pm | |
| Çöküş başlayınca... III. Mustafa Han
III. Mustafa Han, gayretli ve çalışkan bir sultandır, dedeleri Fatih, Yavuz ve Kanuni gibi olmayı çok arzular. Bunun yolu yeni bir hamleden geçer ki öncelikle mâlîyeyi ve orduyu ıslah etse iyi yapar. O yıllarda Avrupa’da “Yedi Yıl Harpleri” (1756-1763) patlar. Bir yanda İngiltere-Rusya öbür yanda Prusya-Fransa... İki taraf da Osmanlı Devletini yanına çekmek ister, ittifaka karşılık pembe vaadlerde bulunurlar. Mustafa Han ne “evet”, ne “hayır” der, Avrupalıları maharetle oyalar. Bu arada ordunun donanmasına, donanmanın techizine hız katar. Baron de Tott adlı bir uzman eliyle Tophâneyi elden geçirtir, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına uzun menzilli silahlar koyar. Yüzen köprüler çaktırır, top arabaları yaptırır, tüfeklere süngü takar. Mühendishâne-i Bahr-i Hümâyûn (Deniz Harb Okulu) ve Mühendishâne-i Berr-i Hümâyûnu (Teknik Üniversite) açar. Ancak ordu geleneğimizi de göz ardı etmez, körü körüne taklitçilik yapmaz. Mustafa Han’a göre en önemli iş adaleti sağlamaktır ona göre “bir memleketin hukukçusu cıvıtırsa orada dirlik düzen kalmaz.” Sultan, iktisada çok önem verir, israftan hiç hoşlanmaz. Zengin beylerden ‘imdadiye’ toplar, zahmetsiz kârlar peşinde koşan tefecilere (bunlar genellikle Yahudi olurlar) nefes aldırmaz. Paranın ayarını düzeltir, devlet hazinesini lebalep altınla doldurur ki istese Edirnekapı’dan Ruscuk’a kadar altın yayar.
Polonezler uğruna Neyse “Yedi Yıl Harpleri” de biter, Ruslarla Prusyalılar (Alman-Avusturya) düşmanlıklarını çabuk unutur, el ele verip Lehistan’ı paylaşırlar. Sıkışan Leh milliyetçileri de (Polonezler) Osmanlı hudûduna sığınırlar. Ruslar sınır mınır tanımaz, Polonyalılarla berâber Osmanlı ahâlisini de kırar, ortalığı kana boyarlar. Yöre halkı Türklerle Rusları yan yana koyunca seçimi net yapar, “Türk atları Vistül’de sulanmadıkça bize rahat yok” demeye başlarlar. Mustafa Han önce diplomasi yolunu dener, ancak Çariçe Katerina ve zalim komutanı Kont Stanislaw Doniatowski geri adım atmaz. Hatta Rusya’da bulunan Osmanlı ticâret heyetini içeri alırlar. Osmanlılar da İstanbul’daki Rus sefiri Obreskoff’u Yedikule zindanına tıkar, Kırım Hanı Giray’a “var bildiğin gibi yap” buyururlar! Kırım Tatarları bir anda Güney Rusya’ya girer ortalığı dağıtırlar. Yüz binden ziyade esir alarak çanlarına ot tıkarlar.
Ah o Rumlar Ama Çariçe Katerina az hin değildir, Bağçesaray’da hekimlik yapan bir Rum vâsıtası ile Giray Hanı zehirletmeyi başarır. İş başa düşünce Serdar-ı ekrem Yağlıkçızâde Mehmed Emin Paşa, yöreye varır ve Hotin Zaferine imza atar. (1769) Gelgelelim Yeniçeriler kırk defa sökülmüş kumaş gibidirler, artık dikiş tutmazlar. Komutanlar bunlarla uğraşmaktan dert sahibi olurlar. İngilizler ve Fransızlar her zamanki gibi ikili oynar, Ruslara malzeme yağdırırlar. Rumlar “fırsat bu fırsat” deyip ayaklanır, Koron, Modon, Navarin, Patras, Tripoliçe, Kalamota ve Isparta’da görülmemiş katliamlar yaparlar. Ancak Mora Serdarlığına tâyin edilen Kaptan-ı Deryâ Mandalzâde Hüsâmeddîn Paşa âsileri sindirir, Slavların hamisi kesilen Rusları Balkanlar’dan kovar.
İran başa bela Henüz bu dert savuşturulmadan Mısır’da Kölemenli Cin Ali Beyin isyan edeceği tutar, ayaklanma Suriye, Filistin ve Arabistan’a da sıçrar. Neyse bunlar da 1773’te kazanılan Sâlihiyye Zaferiyle terbiye olunurlar. Diyeceksiniz ki “Peki İran n’apar?” Osmanlı birileri ile boğuşsun da onlar yerlerinde otursunlar!.. Olacak iş mi hemen hançerlerini biler, sırtımızdan vururlar. Cepheler çoğaldıkça detaylar dikkatten kaçar. Nitekim Ruslar (İngilizlerin yardımıyla) Baltık Denizini dolanır, Cebelitarık’tan geçip Ege’ye girer ve “Çeşme Baskını” ile donanmamızı yakarlar. Her ne kadar Cezayirli Hasan Paşa bu baskının öcünü alırsa da teknoloji yarışında geri kalan Osmanlılar artık “süpergüç” sayılmazlar. Nitekim Kont Romanzov komutasındaki Rus askerleri, Boğdan’ın Kartal (Larga) mevkiinde kendilerinden üç misli kalabalık (180 bin) Yeniçeriyi yenmekte zorlanmazlar. Ancak bir başka ordumuz Rusları (Ahıska’da) perişan eder, çocuklarımız Özi (Kırım), Yerköy, Silistre ve Varna’da parlak zaferler kazanırlar.
Kasa boşalınca Savaş zor zenaattır vesselam, harbin hitamında Mustafa Hanın tepeleme altınla doldurduğu hazine tamtakır kalır, üç kuruşa muhtaç olurlar. Hal böyle olunca Mustafa Han, hanımından (III Selim’in annesi Mihrişah Valde Sultan’dan 237 kese) ve kızından (Şah Sultan’dan da 340 kese altın) borç alır. Karşılığında senet yazıp, mühür basar. Ama ne yazık ki devletin bu borcu ödeyecek kadar parası hiç olmaz. “Ödemezse ödemesin el mi” dediğinizi duyar gibiyim. İyi de borcunu ödeyemeyen de sarı çizmeli filan ağa değildir ki, üç kıtaya yayılan bir imparatorluğun hükümdarıdır. Gel de kahrolma! III. Mustafa Han gibi şair ruhlu bir sultan bu acıları kaldıramaz, teessüründen yatağa düşer ve gözlerini hayata yumar. Onun vefatından sonra çok bilmiş hariciyecilerimiz Ruslarla akıllara ziyan bir anlaşma (Küçük Kaynarca) imzalar. Meydanda kazandıklarımızı masada dağıtırlar. Ne yazık ki I. Abdülhamid’e bu teessür yeter, hele “Özi Katliamı”nı duyunca inme iner, onu da toprağa bırakırlar. III. Selim annesinin alacağını tahsil etmek bir yana, kadıncağızın para eden nesi varsa derler toparlar, Nizam-ı Cedid’i kurmak için harcar. Nitekim Yeniçeriler ona da kıyarlar. Zor yıllardır vesselam... Ne III. Mustafa, ne I. Abdülhamid, ne de III. Selim dedelerinden daha az kahraman, daha az bilgili, daha az becerikli değillerdir ama olmaz... Olmayınca olmaz... blackadmin isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline) Alıntı ile Cevapla blackadmin Üyelere Açık Profil Bilgileri blackadmin - Özel Mesaj gönder blackadmin - Daha fazla mesajını bul Eski 06-25-2008, 12:05 AM #4 blackadmin Albay Üyelik Tarihi: May 2008 Bulunduğu Yer: Konserler Mesajlar: 1.212 Tecrübe Puanı: 2317856 Rep Puanı : 463553846 Karizma Derecesi : blackadmin has a reputation beyond reputeblackadmin has a reputation beyond reputeblackadmin has a reputation beyond reputeblackadmin has a reputation beyond reputeblackadmin has a reputation beyond reputeblackadmin has a reputation beyond reputeblackadmin has a reputation beyond reputeblackadmin has a reputation beyond reputeblackadmin has a reputation beyond reputeblackadmin has a reputation beyond reputeblackadmin has a reputation beyond repute blackadmin - MSN üzerinden Mesaj gönder Tanımlı Dervişe sorarsan Laleli Baba
08 Haziran 2005 Çarşamba
Sultan Mustafa, halim, selim, hafif çekik gözlü ve kumral bir zattır. İtina ile taradığı sakalı çehresine çok yakışır. Tatlı dillidir, güler yüzlüdür, dindardır. Haksızlıktan çok korkar, bedeli ne olursa olsun adaleti yerine getirmeye çalışır. Biteviye okur, Batılı yayınları da dikkatle izler, mesela Astronomiye çok meraklıdır. Tıp ve mühendislik üzerine yazılan eserleri tercüme ettirir ve çoğaltıp dağıtır. “Cihângir” mahlasıyla nefis şiirler yazar ve hatırı sayılır bir hattattır. III. Mustafa Han her ne kadar düşmanlarla uğraşmaktan oturmaya fırsat bulamadıysa da sanayi, ticaret ve bayındırlık alanında fevkalade güzel projeler yapar. Daha o günlerden Süveyş Kanalını kazdırmayı düşünür, dahası İzmit Körfezini, (Sapanca Gölü ve Sakarya Nehri vasıtasıyla) Karadeniz’e açmayı planlar. Ancak Osmanlı çok sıkıntılı günler yaşar, Ruslar, Rumlar ve İranlılarla savaşmaktan nefes alamaz. Kaldı ki Yeniçeriler gemi azıya alır, başa bela olurlar. Sultan çaresiz kaldığı anlarda divitine sarılır ve derdini kâğıdına fısıldar: Yıkıluptur bu cihan sanma ki bizde düzele, Devleti Çarh-i deni verdi kamu mübtezele Şimdi ebvab-ı saadette gezen hep hazele İşimiz kaldı hemen merhamet-i lem-Yezel’e (Anladığım kadarıyla “dünyanın çivisi çıkmış” diyor, “tuttuğun elinde kalıyor, Allah akıbetimizi hayrede”) Olacak bu ya, Dersaadet 1766 zelzelesi ile büyük yara alır, Mustafa Han, Eyyub ve Fatih Camii’lerini, Kızkulesini, Kapalıçarşıyı, Baruthaneyi, Saraçhaneyi ve Tophaneyi adeta sıfırdan yaptırır. Hasar gören binlerce binayı ya onartır, ya da yıktırır. Sultan Mustafa çok cami yaptırır. Ama onun gözünde Laleli Camii’nin ayrı bir yeri vardır, bu muhteşem esere adını verecek, asırlarca anılacaktır. Muhteşem külliye (etrâfındaki sebil, imâret, türbe, muvakkithâne, han, hamam ve dükkanlarla birlikte) sadece 4 yılda tamamlanır. Mimar Mehmed Tâhir Ağa bu zarif eserle yeni bir tarz yakalar, adeta çığır açar. Rivayet olunur ki Laleli Camii’nin şekillendiği günlerde Padişah inşaatı görmeye gelir. Ona civarda yaşayan bir gönül ehlinden bahsederler, “haydi gidelim hayır duasını alalım” deyip, kapısını çalar.
Deni dünya... Ancak milletin hikmetli sözlerini aktara geldiği pamuk sakallı ihtiyar, o gün derin bir sükut içindedir, sanki lisan-ı hal ile “bizim sustuğumuzdan anlamayan” der “konuştuğumuzdan ne anlar?” Sultan Mustafa kendince bir zarf atıp, feyzli bir sohbete maya çalmaya çalışır, “Efendi Hazretleri, bu dünyada en güzel şey nedir” diye sorar. Laleli Baba elini “boşveeer” gibilerinden sallar, “denî (alçak) dünyanın güzelliğinden n’olsun sultanım” der, “eğer rahatlıkla yiyor ve def-i hacetini sıkıntısız yapıyorsan tamam. Başka bir şey arama.”
Yakıştıramaz ama... Sultan Mustafa derin mevzulara kapı aralamaya çalıştığından olsa gerek, bu sade ve kestirme cevaba bozulur, ancaaak... Ancak birkaç gün sonra nasıl bir kabızlığa yakalanır anlatılamaz. Hekimin biri gelir, biri gider, derdine çare bulamazlar. Kaşık kaşık yağlar içer, bin çeşmeden su getirtir, otlar kökler müshiller... Ma fi fayda... Utanmasa divan toplantısında ağlayacak, kafasını duvarlara vuracaktır ama... Neden sonra aklı başına gelir “galiba boşuna uğraşıyoruz” der, “korkarım bu derdin ilacı Laleli Baba’da!” Derhal yaşlı dervişin huzuruna koşar, önce affını ister sonra derdini arzetmeye bakar. Laleli Baba “o iş kolay” der, “ama ne vereceksin karşılığında?” - Ne istersen vereyim, hatta ben kalkayım, gel sen otur tahtıma. - Amaaan kalsın. Bir def-i hacete bile değmeyen saltanat neye yarar?
Ya kabir azabı? - Karnımın ağrısı dayanılacak gibi değil hocam. - Demek şuncağız karın ağrısı koca Sultanı bile kıvrandırıyor. Kabir azabı nicedir acaba? - Yalvarırım bir şeyler yapın. - Pazarlığımız bitmedi ama? - Bu camiye adınızı vereyim. Müminler ibadet ettikçe sizi hatırlasın, asırlarca Fatiha okusunlar. - Bak bu hiç de fena bir teklif değil. Duaya çok ihtiyacım var ve olacak da... Laleli Baba o bereketli nefesiyle bir şeyler okuyup sırtını sıvazlar, Padişahın ağrısı sızısı kalmaz. Bakın şu işe ki Eyyûb, Fatih, Ayazma, Laleli gibi muhteşem camileri yaptıran III. Mustafa, hiçbirine ismini koyamaz. Cenazesi Lâleli Camii yanında bulunan türbeye defnedilir, Efendimizin (Sallallahü aleyhi ve sellem) kadem-i şerifini (mübarek ayak izini) bir çekmeceyle başucuna koyarlar. Mustafa Hanın hanımları (Âdilşah ve Aynülhayat Kadınefendiler), oğlu III. Selim Han ile kızları Hibetullah Mihrimah ve Mihrişah sultanlar da aynı kubbe altında yatmaktadırlar |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: binbir osmanlı hikayeleri Ptsi Mayıs 31, 2010 10:56 pm | |
| OSMANLI'DA BİR YAŞANMIŞ OLAY İşte Osmanlı ...
19.yüzyılda Almanya nın Mülhaym şehrindeki Ren nehrinin bir yakasında Almanlar, öbür yakasında da Fransızlar oturuyordu.
Fransızlar, her sene nehrin Almanlar'daki kısmına geçip mahsulün tümünü toplayıp götürüyorlardı.
O sıralar, birliğini temin edemeyen güçsüz Almanlar ise buna fazla ses çıkaramıyorlardı tabiî. Her sene böyle olunca çareyi Osmanlı Sultanına durumu yazıp, imdat istemekte bulurlar.
Mektupta şöyle denmektedir:
"Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden alıyorlar. Siz ki, dünyaya adalet dağıtan bir imparatorluğun sultanı, İslamiyet'in de halifesisiniz. Bizi şu zulümden kurtarın. Asker gönderin. Ürünlerimizi bu sene olsun toplama imkanı sağlayın."
Çöküş faslına girildiği bir zamana denk gelen yardım isteğini inceleyen padişah asker göndermeyi mümkün ve gerekli görmez; yalnızca asker elbisesi göndermeyi kâfi bulur ve cevabı bir mektupla beraber içi askeri elbise dolu üç çuval yollanır. Şaşkına dönen Almanlar, çuvalı alıp
mektubu okurlar:
"Fransızlar korkak ademlerdir. Onlara yeniçeri göndermemize gerek yoktur. Yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kâfidir."
Çuval içindeki Osmanlı askerinin elbiselerini adamlarınıza giydirin. Mahsul zamanı, nehrin görülecek yerlerınde dolaştırın. Karşıdan gören Fransızlar için bu kâfidir."
Bağ bahçe sahipleri hemen Osmanlı askerinin kıyafetini kapışırlar. Hasat vakti büyük bir heyecanla yeniçeri kıyafetinde, nehir kıyısında dolaşmaya başlarlar.
Ertesi gün, karşıdan gelen haber, Almanlar'ın sevinç çığlıkları atmalarına sebep olur:
"Osmanlılar'dan imdat geldiğini düşünen Fransızlar, korkudan köylerini de terkederek iç kısımlara doğru kaçmaktalar. Mahsulünüzü rahatça toplayabilirsiniz. Zulüm sona ermiştir."
Bu olay, Mülhaymli'lerin gönüllerin de taht kurmuştur. Giydikleri yeniçeri kıyafetlerini, daha sonra Mülhaym a bağlı Karlsruhe müzesine koyup ziyarete açarlar.
Şehrin en yüksek binasına da Osmanlı bayrağı asarlar. Ayrıca, halen olayın yıldönümünde de şehirde bir karnaval düzenleyip , hadiseyi temsilen kutlarlar. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: binbir osmanlı hikayeleri Ptsi Mayıs 31, 2010 10:56 pm | |
| “Akabe Meselesi” ve ll. Abdülhamîd Han
22 Temmuz 2005 Cuma İngilizler, Osmanlı Devleti’ne bağlı bölgelerde isyan çıkarmayı planlamaktıydı. Bu iş için en müsait bölge de Arab Yarımadasıydı... Nitekim, casuslarını bu uğurda seferber ettiler... Bu çılgın mücadelenin en can alıcı noktaları Arab Yarımadasının iki tarafında bulunuyordu. Biri Basra Körfezinin kuzeyindeki Kuveyt limanı, diğeri de Kızıldeniz’in kuzeydoğusundaki Akabe Körfezinin yukarı ucunda bulunan Akabe Kalesi idi. Abdülhamîd Han, bu iki noktadan birincisinde Bağdad demiryolunu, ikincisinde de Hicaz demiryolunu yaptırdı.
Kızıldeniz’e uzanan kapı Hicaz demiryolu da Akabe Körfezi vasıtasıyla Kızıldeniz’e doğru bir kapı durumunda idi. Bu iki mühim noktadan birincisinde İngilizlerin Osmanlı’ya karşı mücadelesi mahallî idarecileri desteklemek suretiyle, ikincisinde ise doğrudan doğruya oldu. Abdülhamîd Han, Hicaz demiryolunu yaptırırken, emniyeti bakımından yolun denizle temas eden noktasını kontrol altında tutmak için Akabe Kalesine Rüşdî Paşa komutasında iki tabur asker gönderdi (15 Subat 1906). Hindistan yolunu ve oradaki sömürgelerini emniyet altına almak için 1882 yılında Mısır’ı işgal eden İngilizler ise, Akabe Kalesinin Osmanlı kontrolünde olmasını protesto ederek, harp tehdîdine başvurup boşalttırmak istediler. Hatta ültimatomun peşinden Akabe Körfezine bir de savaş gemisi gönderdiler. İngiltere, verdiği ültimatomda, on gün içinde Sina Yarımadasının boşaltılmasını istiyordu. Abdülhamîd Han ise, bu ültimatoma karşı İngiltere’nin Mısır üzerinde bir hakkı bulunmadığını, işgalinin kanunsuz olduğunu belirterek, yeni sınırın sadece Türk ve Mısır subaylarından meydana gelen bir komisyon tarafından tesbit edilebileceğini bildirdi. Abdülhamîd Han’ın bu cesurane hareketi, İslam âleminde büyük tesir uyandırdı. Neticede Mısır ve Osmanlı subaylarından kurulan komisyon sekiz maddelik bir protokol tesbit etti. Buna göre, sınır, Akabe Körfezinin batısındaki Tabe’den başlayıp Akdeniz sahilindeki el-Aris’e kadar uzanıyordu. Böylece Akabe, Osmanlı Devleti’ne kaldı.
Asrın en siyasi padişahı! Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın üstün siyaseti karşısında, İngilizlerin İslam memleketlerinde sürdürmek istedikleri emperyalist düşünce, Akabe Mes’elesinde başarıya ulaşamadı. Ancak; İngilizlerin faaliyetleri ile asrın en siyasi padişahı iç ve dış düşmanlarının her türlü hücümlarına maruz kaldı ve tahttan indirildi... |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: binbir osmanlı hikayeleri Ptsi Mayıs 31, 2010 10:56 pm | |
| Artık Yeniçeri Ocağı yoktu!
26 Temmuz 2005 Salı Sarayın geniş bir salonunda bekleyen devlet erkanı, Mahmud Han’dan Sancak-ı Şerifi çıkarmasını rica ettiler. Padişah yanındakilerle birlikte Hırka-i Şerif dairesine giderek Sancak-ı Şerifi kendi elleriyle çıkarıp Şeyhülislam ve Sadrazama vererek; “İşte Sancak-ı Şerif, Sultanahmet Meydanına dikilsin!” dedi. Tellallar ve mübaşirler, kendilerini âsilere belli etmeden kararı halka duyurdular. Kısa zamanda hemen hemen bütün İstanbullular Sancak-ı Şerif altında Yeniçerilere karşı toplanmıştı.
Girenler sağ çıkmamıştı!.. Yeniçeri Ocağı dışında bütün ocaklar Padişaha bağlılıklarını bildirdiler. Bu askerlere (Yeniçeri ocağından olmayan askerlere) Padişahın sadık Paşaları kumanda ediyordu. Tophaneden çıkarılan bataryaların başında Topçu Yüzbaşısı Karacehennem İbrahim Ağa vardı. İzzet Paşa ile Ağa Hüseyin Paşa da, muazzam sivil kalabalığı peşlerine takarak Etmeydanı’na girdiler. Yeniçeriler, Etmeydanı’ndaki kışlalarının kapısını kapamış, büyük ve güçlü bir kale haline dönüştürdükleri binanın iç kısmına çekilmişlerdi. Buradan dışarıya kurşun yağdırıyor ve ağıza alınmayacak küfürler savuruyorlardı. Şimdiye kadar o ocağa, o kışlaya Yeniçerilerin izni olmadan kimse girememiş, girenler sağ çıkmamış ve Yeniçeriler her zaman isteklerini kabul ettirmişlerdi. Hüseyin Paşa kapıya iyice yaklaşarak Yeniçerilere teslim olmalarını, Padişahın nedamet getirecek olanları bağışlayacağını bildirdi. Böyle bir anlaşma teklifini belki halk da isterdi. Fakat içeriden cevap olarak küfürden başka bir şey duyulmadı. Bunun üzerine top atışlarıyla kapılar parçalandı. Az sonra da Karacehennem İbrahim Ağa, topuğundan kurşunla yaralanmış olmasına rağmen askerlerinin başında kışladan içeri daldı...
“Vak’a-i Hayriye=Hayırlı olay” Akşama doğru Yeniçerilerin direnişi tamamen kırılmış, 6000’i öldürülmüştü. Ertesi gün İstanbul’un çeşitli semtlerine dağılan 20 bin kadar Yeniçeri ve onlarla birlikte olan kabadayı yakalandı, hapis ve sürgün cezalarına çarptırıldı. Artık Yeniçeriler ve Yeniçeri Ocağı yoktu. (15 Haziran 1826). Yeniçeri Ocağının kaldırılması Osmanlı tarihinin dönüm noktalarından biridir. Yenileşme hareketinin en önemli adımı sayılır. Bu olay tarihimizde “Vak’a-i Hayriye=Hayırlı olay” diye anılır... |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: binbir osmanlı hikayeleri Ptsi Mayıs 31, 2010 10:57 pm | |
| Fazıl Mustafa Paşa ve Salakamen bozgunu!
27 Temmuz 2005 Çarşamba Sultan İkinci Ahmed Han, Padişah olduğunda Köprülü Fazıl Mustafa Paşa Sadrazamdı. Önce iç karışıklıkları bastırmakla işe başlayan Köprülü Fazıl Mustafa Paşa, ağır vergileri ortadan kaldırmış, saraydaki değerli eşyaları darphanede paraya çevirerek maliyeyi düzeltmiş ve asker sayısını da azaltarak orduyu yenilemiştir.
Paşa pusuya düşürüldü! Sultan İkinci Süleyman’ın son yıllarında da Köprülü Fazıl Mustafa Paşa Sadrazamdı ve önemli askeri başarılar elde etmişti. Belgrad’dan çıkıp Tuna’yı aşarak, Avusturya üzerine yürüyen Köprülü, Kırım kuvvetlerini beklemeden Petervaradin’de düşmana ani bir darbe vurmak istedi. Ancak pusuya düşürülen Paşa Salakamen’de bozguna uğradı ve kendisi de alnından vurularak şehit oldu. Avusturya cephesindeki ilerleyiş ve mücadele böylece sona erdi. Avusturya ile yapılmakta olan savaş neticelenemedi ve Osmanlı akınları durdu. Köprülü Fazıl Mustafa Paşa’nın yapmaya çalıştığı ıslahat hareketlerinden de, o öldükten sonra vazgeçildi. Lehistan’ın amacı, 1672 yılında Osmanlılar tarafından fethedilen Podolya eyaletinin başkenti olan Kamaniçe’yi ele geçirmekti. Ancak Lehistan’ın kuvvetli hücumlarına karşı Rumeli Beylerbeyi Kahraman Paşa, kaleyi adına layık bir şekilde korudu...
Ya Sakız Kalesi!.. Bunun dışında Venediklilere karşı da başarılı direnişler yapıldı. Eğriboz Kalesi de kahramanca savunularak Venediklilerin eline geçmesi engellendi. Diğer yandan Sakız Kalesi de Venediklilerin saldırısına uğradı. Ancak Sakız Kalesi tüm çabalara rağmen, 21 Eylül 1695 tarihinde şartlı olarak Venediklilere teslim edildi. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: binbir osmanlı hikayeleri Ptsi Mayıs 31, 2010 10:57 pm | |
| Kuruluş”un mimarlarından Abdurrahmân Gazi 28 Temmuz 2005 Perşembe
Abdurrahmân Gazi, Allahü teâlânın dîninin yayılması ve O’nun kullarına duyurulması vazifesinde, hep Osman Gazi ve oğlu Orhan Gazi’nin yanında olmuştur. Târihe altın harflerle geçen birçok kalenin fethine ve meydan muharebelerine iştirak etti. Osman Gazi ve oğlu Orhan Gazi’lerin gözbebeği kumandanlarından ve silâh arkadaşlarından idi. Osman Gazi vefatından önce, Abdurrahmân Gazi ve diğer mücâhid silâh arkadaşlarını oğlu Orhan Gâzi’nin hizmetine verdi. Çavdar havalisinde yaşayanların Karacahisar pazarını basması üzerine Lefke’ye (Osmaneli) yaptığı gazadan dönen Osman Gazi, oğlu Orhan’a;
“Var git gaza eyle!” -Oğul! Var git gaza et! Hak teâlânın zafer vermesi ümîd olunur, diyerek onu cihâda gönderdi. Yanındaki mücâhid kumandanlarından Akça Koca, Konur Alp, Abdurrahmân Gazi ve Köse Mihâil’e hitaben de; “Gaziler, silâh arkadaşlarım! Göreyim sizi. Din yolunda nasıl davranırsınız?” buyurdu... Abdurrahmân ve diğer mücâhid gaziler, sonradan üç kıta ve yedi iklimde hükmeden Osmanlı Devleti’nin temelini attılar... Akça Koca, Samsa Çavuş ve Konur Alp; Akyazı, İznik ve İzmit ile meşgul olurken; Abdurrahmân Gazi de, İstanbul tarafındaki hisarlara akınlar yaparak Bizanslıları şaşkına çevirdi, İstanbul’dan mücâhidlere gelecek saldırıları önledi. Zîrâ Bizans tekfuru, seçme askerlerini gazilere karşı gönderiyordu. Abdurrahmân Gazi, bu seçme Bizans kuvvetlerini, düzenlediği akınlarla zayi edip (kırıp), geri çekilmelerini sağladı. Gaziler geceleri uyumazlar, gündüzleri at sırtından inmezlerdi. Buraları Müslüman toprakları yapmak azmiyle, kanlarını, canlarını feda edip hayırla yâd edilmek için çalıştılar...
Bizans’ın kâbusu!.. İznik’e yakın bulunan Kara Tekin’e yerleşen Samsa Çavuş, zaman zaman İznik’e akınlar ve baskınlar yaparak kale çevresinde sık sık görünmekte idi. İznik Tekfuru bu baskınlardan yakınarak Bizans imparatorundan yardım istedi. İstanbul’dan toplanan Bizans kuvvetleri gemilerle Yalakova (Yalova)’ya çıkarıldı. Bunu haber alan Abdurrahmân Gazi, bunlara baskın yaparak çoğunu kılıçtan geçirdi, sağ kalanlar da bin bir zorlukla gemilere binip İstanbul’a döndüler... |
| | | | binbir osmanlı hikayeleri | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |